top of page
Search

Empatiyi Nasıl Yitirdik? - Kitap İncelemesi

  • Writer: Cahide Ezgi Yildiz
    Cahide Ezgi Yildiz
  • May 31
  • 3 min read

Updated: Jul 17



ree

 

Arno Gruen’den Empati’nin Yitimi

''Herkes, herkes karşısında her şeyden sorumludur.'' -Dostoyevski

Empati ya da eş duyum, bir ötekinin yerine kendimizi koyarak onun duygusal ve bilişsel yaşantısına yakınlaşma durumudur. Psikoterapide sonucu ve süreci yordayıcı, önemli bir yeri vardır, insan olmakta da. Hem bireysel hem toplumsal düzlemde bir başkasıyla ilişki kurmak kendi ruhsallığımızla, bastırdıklarımızla yüzleşebilme gücümüzle ilintilidir. Peki, nasıl oluyor da bir ötekiyle bağımızı koparıyor; kör, sağır, dilsiz oluyoruz?

Bu soru bağlamında Arno Gruen'in çalışmasını inceleyeceğim.

Arno Gruen’in Empatinin Yitimi adlı kitabı, modern uygarlığın temel patolojilerinden birini, acının inkarını ve buradan doğan empati kaybını ele alıyor. Kitapta, bireysel travmanın toplumsal olarak üretildiğine ve bu travmatik deneyimlerin otoriteyle kurulan patolojik bağı meşrulaştırdığına dair bir çözümleme yapılmaktadır. Ancak metin, sınıfsal eşitsizlikleri ve yapısal şiddeti göz ardı eden bir analiz sunmaktadır. Mevcut olgunun ruhsal alana indirgenmesi, toplumsal kökenlerinden ve dinamiklerinden yalıtık bir şekilde ele alınmasına yol açmakta; bu da analizi yetersiz kılmaktadır.

Gruen’e göre empatinin yitimi, insanın kendi kurbanlığını tanımayı reddetmesiyle başlar. Özellikle çocuklukta yaşanan koşullu sevgi, bastırılmış öfke ve değersizlik hissi, bireyin kendi acısıyla temasını kesmesine ve zamanla saldırganla özdeşleşmesine zemin hazırlar. Hayatta kalmak için otoritenin sevgisine muhtaç hale gelen çocuk, onu inciten figürle özdeşleşerek, kendi duygusal gerçekliğini inkâr eder. Kaçınılmaz bir tehdit karşısında bunaldığımızda "saldırganla özdeşleşiriz". (Ferenczi, 1933). Bu inkâr, zamanla bireyin benliğinde bir yarılma yaratır: Dışa uyum sağlayan bir “sahte benlik” (Winnicott, 1964) ile bastırılmış duygular ve benlik arasında bir kopuş.

Gruen bu psikodinamiğin yalnızca bireysel düzeyde kalmadığını, modern toplumun yapısal bir öğesi haline geldiğini öne sürüyor. Sol beynin analitik ve işlevsel becerilerinin yüceltilip, sağ beynin duygusal ve empatik kapasitelerinin ötelenmesi, bu ayrışmanın kültürel boyutunu açığa çıkarıyor. Sigmund Freud Grup Psikolojisi yazısında bir grubu bir arada tutan en güçlü mekanizmanın agresyonun yönlendirildiği bir düşmanın varlığı olduğunu söyler. Toplum, bireyin içsel acısını görmemesi için onu sürekli bir dış düşman üretimine yönlendirir; mülteci, göçmen, beyaz olmayan, lgbti, sokak hayvanı. Bastırılmış öfke ve değersizlik duygusu, başkalarına acı çektirme biçiminde dışa vurulur. Şiddetin psikolojik kökeni de burada yatmaktadır.

Gruen “sevgi olmayan sevgi” kavramını da inceliyor. Çocuk, çoğu zaman sadece ebeveynin ihtiyaçlarını karşılayabildiği ölçüde sevilir; var olduğu için değil. Özellikle narsisistik çatışmaları yoğun, kendisi de takdir görmemiş ebeveynler ve dayatmacı başarı kültürünün baskınlığında.. Bu koşullu sevgi, çocuğun kendi değersizliğini içselleştirmesine, sahte bir suçluluk ve utanç geliştirmesine yol açar. Gerçek vicdan değil, dış onay arayışı ve narsisistik bir kendine acıma hali doğar. Bu kendine acıma hali, kişinin kendi yarasını görmesini engeller; başkalarının acısına karşı da körleşmesine neden olur.

Gruen, erkek egemen zihniyetin bu yabancılaşmayı nasıl yeniden ürettiğine değinir. Erkekliğin, duygusallık ve zayıflıkla özdeşleştirilen “dişil” yanlarını bastırarak kurulduğu bir sistemde, kadınlar da çoğu zaman bu içselleştirilmiş erkeklik modeline uyum sağlamak zorunda kalmaktadır. Bu da kadınların kendi duygusal, bedensel ve kolektif hafızalarıyla bağını zedeler.

Modern bilim anlayışının da bu inkar kültürünü desteklediğini vurgulayan Gruen, nesnelcilik adına acının, duygunun ve bilinçdışının dışlandığını işaret etmektedir. Oysa bu dışlanan alanlar, insanı insan yapan şeyin ta kendisi. Bugün bu değerler çoğunlukla kadınlara özgülenmekte ve zayıf olarak nitelendirilmektedir.

Yazar, buna karşı duran bazı figürlerden de söz ediyor: Şizofreni hastaları, ölüm kamplarından sağ çıkanlar ya da “ilkel” diye nitelenen toplumlar... Tüm bu örneklerde ortak olan şey, baskıya karşı içsel bir onur ve bütünlük taşıyabilme potansiyeli. Gruen’e göre, empatinin tamamen kaybolmadığını; tersine, “uygar insanın” bastırdığı hakikatin hâlâ bazı bedenlerde, bazı deneyimlerde yaşadığını gösteriyorlar.

Empati’nin Yitimi”, şiddeti, yabancılaşmayı ve kayıtsızlığı yalnızca toplumsal sonuçlar olarak değil, aynı zamanda bireyin içinde yaşadığı derin bir içsel bölünmenin dışavurumu olarak ele alır. Bu bölünmenin onarımı ise, bireyin bastırdığı acılarla yüzleşmesine bağlıdır. Ancak Gruen’in bu onarım süreçlerini özne merkezli bir düzlemde ele alırken yapısal etkenleri geri planda bıraktığını tekrar vurgulamakta fayda var. Gruen'in formülasyonlarında bireyin toplumsala etkisi ön plandadır ancak toplumsal yapı ve verili koşulların bireyi nasıl şekillendirdiği konusu eksik. Oysa içselleştirilmiş normların yapı sökümüne uğratılması, bu normların ardında yatan ideolojik inşaları görünür kılmak açısından elzemdir. Neye dönüştürüldüğümüzü ve nasıl kurulduğumuzu fark etmek, dönüşüm ihtimalini de beraberinde getirir. Fakat bu tür bir yüzleşme kolay değildir; sahte kimliklerden, idealleştirmelerden ve korkuyla beslenen sadakatlerden vazgeçmeyi gerektirir. Goya'nın dediği gibi: ''Aklın uykusu canavarlar yaratır.'' Başka bir insanlık mümkünse ancak cesaret, inat ve dayanışmayla mümkün...

Kaynakça:

Gruen, A. - Empatinin Yitimi

Freud, S. - Grup Psikolojisi

Winnicott, D.W. - The concept of the false self

Ferenczi - Confusion of the Tongues Between Adults and the Child—The Language of Tenderness and of Passion

Miller, A. - The Drama of The Gifted Child: The Search for the True Self

 


 
 

Recent Posts

See All
bottom of page